Çin Guilin'de Miao Halkı kıyafetleriyle

19 Mart 2011 Cumartesi

Peru 2002

LİMA


Halkın %45’i yüz kadar farklı yerli halkdan oluşmakta. Bir kısmının kökleri 15. yüzyıla İnkalara gidiyor.
İspanyolca devlet lisanı olmasına rağmen dünyanın en yüksek gölü olan Titicaca gölü civarında Aymara diğer yerlerde de Quechua konuşulur. Quechua lisanının Japoncaya benzediğini söylüyorlar. Bunun yanında otuzsekiz farklı lisan ve onbeş lehçe konuşuluyor. Hala İspanyolca bilmeyen büyük bir kitle var ve geleneklerini yüzyıllardır hiç bozmadan sürdürüyorlar. Şarkı söyler gibi konuşan jungle kadını Carato da burda yaşıyor. Malesef, alkolizm yerliler arasında büyük bir sorun ve ortalama yaş ellibeş.

Lima, Pasifik’le And’lar arasına sıkışmış bir şehir. Deniz nemi getiriyor, dağlardan geçemeyen nem “garua” yani sis olarak Lima’yı kaplıyor. Lima’ya Mayıs-Ekim arasında yerleşen sis, halkı “penas”larda yani barlarda buluşmaya itiyor.

8.yüzyılda Araplar, Kuzey Afrika’da Berber kabilelerini Müslüman yaptıktan sonra İspanya’ya beraber saldırmışlar. İspanyollarla evlenmişler ve çocukları Moor diye anılmaya başlamış. Yani Moor, melez atalara sahip kuzeybatı Afrika kıyılarında yaşamış halka verilen genel ad.

Lima’da 17. yüzyılda Moor’larce yapılmış San Francisco Katedralini geziyoruz. 25,000 parçadan oluşan yapboz bilmece misali tavan göz alıcı. Rehberin sözlerini duyunca inanamıyorum. Osmanlı’dan esinlenerek yapılmış Seville çinileri, geometrik süslerle bezenmiş cami kubbesi, martı yumurtasının beyazı kullanılarak yapılmış çimento, ve cumbalı evler… Çinilerde hiçbir canlı resmedilmemiş. Martı yumurtasına gelince, bu şekilde yapılan yapılar depreme dayanıklıymış, deprem anında dalgalanıp çökmezmiş. Aynı İstanbul camilerinde kullanılan method. Katedralin avlusu ve çesmesi ise gene Osmanlı özelliği diyor rehber. Su kutsal ruhu sembolize ediyor ve Müslümanlar da suyu hayat kaynağı olarak görmüşlerdi diye ekliyor. Rehber soruyor birşeyin olmasını isteyince ne dersiniz. “İnşallah”. Biz de “Ohallah” diyoruz.

Yapımında onsekiz karat altın kullanılmış katedralde, elbette İsa’nın son yemeğinin resmi var. Ama bu sefer yemek masasında Peru’nun meşhur Guine domuzu var, ekmek yerine ve acı chili biberi. Müslümanlar gibi masaya eğilerek yediklerini söylüyor rehber, ne demekse. Anlayacağınız İsa’nın resmi bile yerel öğeler taşımakta.

Aşk parkının mozaikleri Barselona’dan Gaudi’nin müzesinden getirilmiş, eskiden gençler bu noktaya Pasifik manzarasını seyretmeye sevgilileriyle gelirlermiş. Bakmışlar önüne geçemeyecekler bari bir park yapalım demişler. Bugün aşk parkı olan tek şehir olmakla oldukça övünüyor Lima.

Plaza de Armas şehrin en büyük meydanı, yani piyasa yeri. Dört yanı katedral, hükümet binası, belediye binalarıyla çevrili. Katedral beş kez baştan yapıldığı için bir sürü stile sahip. Kutsal engizisyonların suçlu bulduğu zavallıların infaz meydanıymış bir zamanlar bu meydan. 1821’de Peru bağımsızlığını bu meydanda ilan etmiş.

Museo de Oro del Peru, “Tumis” denen kurban törenlerinde kullanılan bıçakları, idolleri, altın tören kıyafetleri, silahlarıyla görmeye değer bir müze. Tumis küreğe benzer bir bıçak. Kürek kısmı keskin anlayacağınız. Müzedeki bilgiye göre bu bıçakla yapılan ameliyatlarda büyük bir oranda başarılı oluyormuş, İnkalar.

Farinelli filmini seyredeniniz var mı, ya da hatırlayanınız? Eskilerde Avrupa’da güzel sesli küçük erkek çocukları seslerini kaybetmesinler diye hadım ederlermiş. Castrato soprano erkek şarkıcılar çıkarmış böylece. Aynı gelenek Peru’da da sürdürülmüş.

Birini çağırırken parmağınızla çağırmak çok ayıp onun yerine elinizi düzleştirip yere paralel tutup el hareketi yapmanız gerekiyor. (1)

Peru’da birine yemeğe gidelim derseniz bu yemeği sizin ısmarlayacağınız anlamına gelmekte. Ekonomik şartlardan dolayı Perulular sizi eve davet edemiyorlar. Eğer ederlerse de bir saat geç gitmek kabul edilir bir sosyal olgu. (2)

CUSCO

Lan Peru havayollarıyla Cusco havaalanına inmek üzereyiz ama ortada dağlardan başka birşey gözükmüyor. Terminalde yerli kıyafetleri içinde bir müzik grubu karşılıyor bizleri. Bir yandan şarkı söylüyorlar, bir yandan da kasetlerini satıyorlar. Yetmiş milletten insan var, bu dağ kasabasında. Sırt çantalı serüven peşinde dağcılardan meraklı turistlere kadar. Nedense gelen her turistin bir hikayesinin olduğunu ve birşeyleri aramak için buralara geldiğini hissediyorum. Indiana Jones film setinde miyim yoksa? Bir duygulanıyorum, tutmasam kendimi ağlayacağım, hayır ne anlamı var ki şimdi. Daha önce ki hayatımda buraların çocuğu muydum?

Plaza de Armas meydanında iki bayrak yer alıyor, biri Peru diğeri ise gökkuşağı renklerinden oluşan İnka imparatorluğunun dört köşesini ifade eden İnka bayrağı. İnkalara göre gökkuşağı doğurganlık Tanrısıymış.

Kıyafetler yöreden yöreye o kadar değişiyor ki. Hepsi de birbirinden yaratıcı ve renkli. Ananasın sarısı, günbatımının kızılı, yaprağın yeşili, gecenin siyahı, narçiçeğinin kırmızısı doyasıya kullanılmış. Kare kartonun üstünü siyah bir kumaşla kaplayın, üstünü rengarenk sutaşlarıyla süsleyin, kenarlarına ister sarı ister portakal püsküller takın. İşte size Cusco’lu bir kızın şapkası. Sırtlarında da işli bir şal var. 1.50m boylarında rüzgar yanığı yanaklar al, Moğol karakteristikli yüzler. Koltuklarının altında ya keçi yavruları, ya lama, ya alpaca. Köpeklere yüz vermiyor, onlar. Birkaç nuevo sol karşılığında beraber resim çektirebilirsiniz. Pançolu ufak çocuklar, başlarında rengarenk papağanlar. Onları da çekmeden gitmeyin.

Futbolcuları antreman yaparken görüyoruz, bu yükseklikte koşabilen her yerde koşabilir tabii. Oysa biz iki adım attıkça nefes nefese kalıyoruz.

Coricancha İnka’ların en kutsal tapınağıymış. İnkalar tüm kutsal tapınaklarını Coricancha’dan çizilen düz çizgilerin üstüne inşa etmişler. Ayrıca İnkalar fethettikleri bölgeleri dörde bölmüşler, sonra da bu bölgelerden Coricancha’ya yollar çekmişler. Yani burda tüm yollar Roma’ya değil, Coricancha’ya çıkıyor. İnkaların zamanında tapınağın duvarları yediyüz adet som altın yaprakla kaplıymış ve herbiri iki kilo geliyormuş.

İnkaların inşa ettiği Coricancha tapınağının ana duvarlarını kullanıp gerisini yıkan Pizarro, bu tapınağın yerine Santo Domingo kilisesini yapmış. 1950 ve 1980 depremlerinde kilise büyük hasar alırken İnkalardan kalan duvarlara birşey olmamış. Şu vahşi İnkalılar medeni İspanyollardan öclerini sessiz sedasız almışlar anlayacağınız. Taşlar birbirine öyle güzel oturtturulmuş ki, bir duvarın nerede bitip diğerinin nerede başladığını anlamak için parmağınızla takip etmeniz gerekiyor.

İnkalar şehirlerini kutsal vadide (sacred valley) kurmuşlar ki her yerden yiyecek getirilebilsinler. Kutsal Vadi jungle’a sadece bir saat uzakta. Puka Pukara Kırmızı Ormanı, İnka patikasında dinlenme yeri yani “tambo” olarak kullanılmış, çünkü İnkalar günde yedi saat yürüyorlarmış. Evlerinin önünde sopa üstüne asılı kırmızı bir torba görürseniz bilin ki Tanrılara “cica” yani mısır birasını adak olarak sunuyorlar.


Her ne kadar Amerikalılar “sexy woman” diye telaffuz etseler de “Saqsaywaman” kelimesi “doymuş şahin” anlamına geliyor.  Zigzag şeklinde yerleştirilmiş ortalama 360m uzunluğunda duvarlarla kaplı bir güneş tapınağı burası. Tapınağın duvarı zigzag şeklinden olduğundan düşman askerleri saldırdığın da sırtlarını güvenceye bir türlü alamıyorlarmış, çünkü zigzağın diğer tarafından ev sahibi saldırıveriyormuş.

Uzunluğu dokuz metreye, genişliği de beş metreye varan taşlar var bu duvarda. Bazı taşlar ikiyüzelli ton ağırlığında. Otuz km uzaktaki taş ocağından taşları buraya taşıdıkları iddia ediliyor. İnkaların tekerleği de keşfetmemiş olduğunu eklersek, işin zorluğunu varın siz düşünün. Lamaların da bu taşları çekebilmesi pek olasılık dışı gözüküyor. Bir de bütün bu inşaatın oksijen seviyesinin düşük olduğu deniz seviyesinden 4.267m yüksekte yapıldığını ekleyin hesaplarınıza. 20.000 işçi çalışmış bu tapınakta. Arazide bugünkü gibi dümdüz değilmiş tabii, o da işçiler tarafından düzeltilmiş.  Peru’nun Ekvatora onüç derece uzaklıkta olduğunu bildiler de mi yaptılar, yoksa tesadüf mü bilinmiyor ama güneş tapınağındaki duvarlar onüç derece açıyla birbirine oturtturulmuş.

Tambomachay, İnkaların hamamları… Suya tapan İnkaların kutsal yerlerinden biri. Suyun lavabodan akışına benzer helezon şekilde resimlerine tapıyor, İnkalar. İnsanların bu tapınakta Tanrılara kurban edildiği sanılıyor. Akiya’lar yani seçilmiş kadınlar için, Tanrılara kurban edilmek büyük bir onurmuş. Adak edilmeden önce süregelen bir haftalık festivalde kızlara özel bir içecek verip halüsinasyon görmelerine sebep oluyorlarmış.


Duvarlar ve teraslardan oluşan askeri bir kompleks, Ollantaytambo. Taş ustaları çimento türü hiç bir madde kullanmadan lego sistemiyle bu taşları birbirine gümüş ve bronz civatalarla kenetlemişler. İnşaatı iki yumruk üst üste gibi düşünün. Böylece deprem anında dalgalanmasını kolaylaştırıp esneklik yaratmışlar, böylelikle çatlak ya da çökme tehlikesi olmamış. Bazı taşların oniki köşeli olduğunu düşünürseniz, bunun bir hayli beceri isteyen bir iş olduğunu anlarsınız. Taşlar birbirine o derece güzel oturtulmuş ki, aralarına jilet koymak bile imkansız. Torontoy kalıntısında kırkdört kenarlı taşlar bulunmuş. O taşı kırkdört kenardan kırkdört taşa oturttuğunuzu düşünsenize siz. Demek  ki takım çalışması ve ruhu herşeyi başarabilir. Yoksa din, korku ve zor kullanma mı?

Üçyüzseksen adet teras var burada. Geniş olanlar tarım için, dar olanlar su toplamak için kullanılmış. Karşı dağlara ise tahıl depoları yapılmış, ve hala kullanılmakta. Bir sürü penceresi var bu depoların. Pencereler doğal havalandırmayı ve soğutmayı sağlamakta.

Yucay’dan önce trenle iki saatte Aguas Calientes’e geliyoruz. Tren istasyonunda rengarenk alpaca yününden halılar satıyorlar. Kimi geometrik desenli kimi Peru köy manzaralı. Oldukça iri taneli haşlanmış mısırlar ve diğer hediyelikler yol boyunca satılıyor. Trenin içi oldukça modern. Kuş ve diğer jungle hayvanlarının teypteki sesleri eşliğinde yola çıkıyoruz. Sık sık yiyecek, içecek ve hediyelik satıyor düzgün giyinimli hostesler, aynı uçak servis arabaları gibi arabalarda. Hatta mate de coca bile ikram ediyorlar. Yok canım, sıcak kakao değil içtiğimiz, kokain bitkisinin yapraklarından yapılan bir çay. İçindeki enzimler yükseklik hastalığına iyi geliyor. Evet canım bildiğiniz kokain yaprağından yeşil çaya benzer bir çay yapmış, İnkalar. Coco insanı aç ya da susuz hissettirmiyor. Proteini bol bir çay. Güvenli canım, poşet çay halinde her yerde bulabilirsiniz. Peru’dan ayrılırken gümrükte polisler, sakın Amerika’ya sokmaya kalkmayın diye uyarıyor bizle.

Yükseklik hastalığı deyip geçmeyin, öğlen ikide yediğimiz peynirli pizzayı gece ikide henüz sindiremeyen Mete çarpıntı ve ateşle hastalanıyor. Otel alışık. Hemen İngilizce bilen bir doktor geliyor, oksijen tüpü getiriliyor. Her otelde var, 3,400 metredeyiz dile kolay?

Dönüşte tren Cusco’ya inerken önce geri geri aşağıya iniyor sonra yeniden yukarı çıkıyor, sonra yeniden aşağıya iniyor yarım saatten fazla bu şekilde zigzag gidiyoruz.

İnkalar pek fazla et yemezlermiş. Hayvanları avlamaları yasakmış. Lamalar İnkalar için kutsal hayvanlarmış. Her ne kadar yazı yazmayı bilmeseler de matematikde çok ilerilermiş. Yün ipliklerle hesaplarını tutarlarmış, yünlerin renkleri ve attıkları düğümlerle alışverişin detaylarını kaydederlermiş.

Machu Picchu, Cusco eyaletinin Urubamba şehrinde 1.500 ila 6.270 m yüksekte 32.500 hektara yayılmış 1400’lerden kalma her yanı dağlarla çevrili muhteşem bir İnka şehri.  Bilimadamlarına göre Machu Picchu İnkaların son başkentleri Vilcabamba’ya kaçmadan önce geçici olarak saklandıkları bir şehir. Machu Picchu bir zamanlar rahipler, sanatçılar ve mamacunas yani hayatlarını güneş tanrısına adamış seçilmiş bakirelerin şehriymiş. Birçok arkeolog bir konuda fikir birliğine varmış, Machu Picchu şehrinin inşaatı henüz tamamlanmamış ve inşaat bilinmeyen nedenlerle yarım bırakılmış.

Tarımları karlı dağların erimesiyle süzülecek sulara bağlı. Machu Picchu tapınağına gelen su, dağların tepesindeki iki kaynaktan getirilmiş. Tapınaktan da büyük kanallarla şehre dağıtılmış. Bu bile İnkaların hidrolik konusundaki bilgilerini ortaya koyuyor. Bunca sene sonra bile İnkaların yarattığı su kaynaklarını toplama sistemleri hala çalışıyor. İnkalar, Machu Picchu dağı elli derece eğimli olduğundan, şehirlerini erozyondan koruyabilmek için teraslama sistemini kullanmışlar.

Güneş tapınağı “Coricancha” onbuçuk metre çaplı yarı çember şeklinde yekpare bir granitten oluşuyor. Yetmişsekiz adet basamağı tırmandığınızda “Intiwatana” taşına erişiyorsunuz. Quechua dilinde “Inti” güneş, “wata” ise yıl anlamına geliyor.  Ortasında otuzaltı cm yüksekliğinde bir dikdörtgenler prizması var ve dört yönü gösteriyor. Yönler hem coğrafik, hem de manyetik olarak mükemmel doğrulukta. Sadece kuzeyde üç derece bir sapma var.  Bu taş gündönümü ve ekinoks zamanlarını ölçmeye yarıyor. 13 şubat ve 13 Ekim tarihlerinde güneş bu taşa direk olarak geliyor. Karşı dağın tepesinde de aynı saatin olduğu söyleniyor. Intiwatana taşı kimine göre güneş saati, kimine göre enerji taşı.

Güneş tapınağının doğu penceresi öyle güzel ayarlanmış ki, 21 Haziran’da güneşin doğuşuyla güneş bu pencereden içeri bir ışık huzmesi olarak giriyor ve güneş ışığı tapınağın ortasındaki altardan geçerken mükemmel bir şekilde ikiye ayrılıyor. 21 Haziran hem İnka takviminde ilk gün, hem de güneş festivalinin yapıldığı gün. 22 Aralıkda ise güneş güneydoğu penceresinden aynı mükemmelikde tapınağın içine giriyor.

Şehir hakkında teoriler ne olursa olsun Machu Picchu kuşkusuz ki kutsallığa adanmış bir başyapıt, oldukça spirütüel bir yer. Doğanın gücünü iliklerinizde hissediyorsunuz.

Machu Picchu’ya yarım saat mesafede Aguas Calientes, termalleriyle meşhur bir kasabacık. Kasabanın ortasından bir demiryolu geçiyor. Kasabanın anacaddesi işte burası. Tren günde birkez geçtiğinden o kadar sorun olmuyor, iki yandaki dükkanlar ve lokantalar için. Kasaba bir yanda dağ ve Urubamba nehri ile sınırlı.

Tren yolunun üstünde yürüyerek dolaşıyoruz kasabada, yaramaz çocuklar gibiyiz. Tüm ara yollarda kanalizasyon çalışması var, her yer kazık, tahta kalasların üstünden atlamak zorundayız. Yağan yağmur kazılıp bir yana konan toprakları çamurlaştırmış. Yollarda husky cinsi köpekler başı boş dolaşıyor. Kadınlar nehirde çamaşır yıkıyor.

Orkidelerin bu kadar minik çiçekler olabileceğini, büyüteçle detaylarına bakmam gerekebileceğini, taşta, ağaçta ve toprakta büyüyebildiklerini, yaprakların ortasından ya da altında çıkabileceklerini, kelebeklerin muzla beslendiklerini, diğer hayvanları korkutabilmek için baykuş gözlü kanatları olan çeşitleri olduğunu, diabetikler için kullanılan ilacın bitkisinin limon tadında olduğunu Machu Picchu Pueblo Otelinin bahçesindeki doğa turuna kadar bilmezdim. Orkideler ise polenlerini taşıyan kelebeği kendine çekebilmek için bu kadar güzel kokuyormuş. Bir tür mantarın üstünde orkide büyüyormuş. Mantar, orkide için gerekli nitrojeni üretiyormuş, işte size bir simbioz yaşam örneği.

Humming bird denen kuşlar içinse ağaçlara şekerli su kapları asmışlar. Bu minik kuşlar dakikada 160-200 arası kanat çırptıklarından enerjiye çok ihtiyaçları varmış.

Akşam bir pizzacıya gidip spagetti istiyoruz. Havuçdan oyulmuş uzun boyunlu bir kuşla geliyor yemeğim. Hem de ne oyulmak. Kanatları açık, tüyleri unutulmamış, gözler karabiber. Yanımızdaki masa et istiyor. Onlara havuçtan bir anne ve yanında çocuğu geliyor. Hem de Perulu kıyafetler içinde. Kadının sırtında bohçası, başında melon şapkası herşey düşünülmüş. Mükemmellik detaylarda gizlidir değil mi?

İnka-Cola ve chicha morado değişik tür mısırdan yapılmış alkolsüz içeceklerinden bazıları. Kolesterol olmayan Alpaca eti yiyorum. Lifli bir et. Tavukla et arası bir yerlerde. Lama etinden caki denen bir tür pastırma yapılıyor. Kemiklerindense iğne. Bu hayvanlar max 20kg yük taşıyabiliyor. Lamalar alpacaya göre daha ince boyunlu. Lamalar daha yağlı bir hayvan olduğundan yünü kullanılmıyor çünkü kokuyor.

Kiwicha, enerji kurabiyeleri balık yumurtasına benzer bir tahıl, üzüm, şeker karışımından yapılıyor. Amerikalıların rice cake’ine (pirinçli kurabiye) benziyor biraz. Kiwicha tahılı normal buğdaydan üç kat daha besleyici. Gazoz ve çorba yapımında da kullanılıyor.

Patates, mısır çeşitleri buradan dünyaya yayılmış. Bir zamanlar üçyüz olan patates çeşidinden ancak yüzü yetişiyor şimdi Peru’da. Onaltı çeşit mısır yetiştiriyorlar. Vadilerde mısır, dağlarda patates, jungle’da kokain, meyva ve kahve yetişiyor.

Geleneksel alkollü içecekleri Pisco sour içine yumurta karıştırılmış bir içki, ben bir yudumdan öteye gidemiyorum.

Vicuna bir tür alpaca. Vicuna’nın gırtlak tüyleri dört senede bir kesilip şal yapılıyor, şalların fiyatı 800$, paltoların fiyatı ise $5.000. Şallar sertifika ile özel tahta kutu içinde satılıyor. Vicuna yününden halının ise Peru dışına çıkarılması yasak.

Peru’da değil, sanki bir filmde seyirciyim, sürreal bir resim bu. Hele Cusco zaman tüneline takılmış bir yer. Acaba benim gördüğüm şu lama yavrulu kadını herkes görüyor mu? Şu yanımdan geçen rengarenk kıyafetli kadın gerçek mi? Dokunabilir miyim? Yoksa kaybolup gider mi? Parmaklarım bir hayale dalar gibi dalıp gider mi siluetinden.

DİPNOTLAR

(1) Peru, Rob Rachowiecki, Lonely Planet Publications, China, 2000, s.40
(2)Peru, Rob Rachowiecki, Lonely Planet Publications, China, 2000, s.40