Çin Guilin'de Miao Halkı kıyafetleriyle

19 Temmuz 2011 Salı

Ya Fetah- Allah'ın Fetih Gücü

Ayasofya'nın içinde sol tarafta bulunan kütüphanede Osmanlı zamanında 4000 adet el yazması kitap varmış. Duvarları çinilerle kaplı bu kütüphanenin kapısında bugün arapça yazılı bir kilit asılı. Arapça yazıda, 'Allah'ın fetih gücü' yazıyor. Yalnız bu fetih gücü fiziksel bir güç anlamında değil, sanat, kültür ve bilimle fethetmeyi anlatıyor.

Mimar Sinan Süleymaniye camiini bitirdiğinde, camiiyi kim açacak diye sorulur. Sinan, 'elbette hünkarımız' der. Kanuni ise 'Sinan' der. Sinan, 'haşaa Hükümdarım' der. Bu konuşma ileri geri gider gelir üç kere. Sonunda Kanuni, 'Ya fetah' der, yani  'Allah'ın fetih gücü' ve Sinan camiiyi açar.

Ya Fetah sembollü anahtarlığı Ayasofya'nın hediyelik eşya satan dükkanlarında bulabilirsiniz.

18 Temmuz 2011 Pazartesi

ispanya

İspanya 15-22 Haziran 2011
Bir ülkeyi sevmek için dört kere gitmek gerekir mi? Gerekirmiş! İlk defa 18 yaşında gittim İspanya’ya. Avrupa başkentleri turunun bir parçasıydı. Çok etkilenmemiştim Madrid’den. 23 yaşında Güney Amerika’ya giderken Iberia havayolları Madrid’de aktarma yaptığından bir gün daha kalıp Prado müzesi ve sarayı gezmiştim. Gene çok bayılmadımdı Madrid’e. 41 yaşımda Barcelona’ya gittiğimde, hani güzel de o kadar da abartılacak bir yer değil demiştim. Ama bu sefer aşık oldum İspanya’ya. Hani ihanet edeceğimden korkmasam İtalya’dan daha çok sevdim diyeceğim. Endülüs büyüledi beni gizemiyle. Cordoba’da bıraktım kalbimi, Toledo’da kaldı ruhum, benliğim. Ah bir de Haziran ortası 41 derece sıcak olmasaydı!
O sıcakda zevk almak da zorlaşıyor, nefes almak da. Her yarım saatte, soğuk içecek, dondurma molası vermekden mide bir müddet sonra isyan etmeye başlıyor.
Bu İspanyolların AB’ye gireli kaç yıl oldu? Ne zaman İngilizce öğrenecekler. Ne genci ne yaşlısı biliyor. Türkiye metrolarında ‘next station is ....’ derken, ortak lisanı İngilizce olan AB üyesi İspanya’da metrolarda İngilizce konuşmuyor metroların metalik sesli bant kayıtları.
Sakın kredi kartım var nasılsa diye gönül rahatlığıyla gitmeyin oralara. 80 euroluk flamenko gösterisini bile nakit ödemeniz gerekiyor. McDonalds’da iki cola 5 euro tutuyor, tevekkeli değil İspanyollar tatile Türkiye’ye geliyor.
Evlerin camları sıcaklık yüzünden ufacık. Hasır uzun perdelerle dışardan kaplanmış. Bazılarının dışlarına bereket sembolü olarak buğday başakları konmuş. Balkonların altından baktığınız da bile çini döşemeler görüyorsunuz. Sıcakdan gün boyu herkes kapalı camlar ve kapılar ardında. Siesta’ya hakikaten ihtiyaçları var bu insanların. Daracık sokaklar yapmışlar ki evler birbirlerine gölge yapsın. Bu da yetmemiş, sokakların üstüne kumaş germişler çadır gibi, gölge yapsın diye.
TOLEDO
Toledo tepede kurulmuş Ortaçağdan kalma bir şehir. Surları, nehir üstündeki taş köprüsü, dar sokakları, pencerelerden sarkan armalı flamaları ile romantik mi romantik! Katedralinde El Greco’nun meşhur kontun gömülme sahnesini anlatan resmi var. Söylenene göre kont zenginlerden alıp fakirlere dağıtan bir adam olduğundan çok sevilen biriymiş o yüzden de gömülürken iki aziz gözükmüş.
Katedral İspanya’nın en büyük üçüncü katedrali. Katedralin çanı o kadar büyük ki bir kere çalınmış ve şehrin tüm camları kırılmış. O gün bugündür de bir daha çalmamışlar. Katedralin ahşap işlerini yapan Domingo usta, 11 sene parasını alamadan çalışmış ve ölmüş. Ölmeden de hıncını almış. Parasını almadığına dair bir ibareyi başpiskoposun sandalyesinin arkasına kazımış.
Bugünlerde katderallerde elektrikli mum yakmaya başlamışlar, parayı atınca otomatik elektrikli mum yanıveriyor. Katedral tavanlarından sarkan kırmızı püsküllü şapkalar kardinallerin nerede gömülü olduğunun bir işareti.
Yol boyunca son derece düzgün bir sırayla dikilmiş zeytin ağaçları var. Zeytin üretiminde ön sıralarda İspanya.
BARCELONA
Hava sıcak ya, broşürünü görüp anında serinleme isteğine tutulduğum buz bara gidiyorum. İçerisi sürekli -5 derece. Önce eldiven ve mont dağıtıyorlar. Bardaklar da buzdan. Dudaklarım yapışıp kalır mı acaba? Koltukdan masaya bara kadar buzdan yontulmuş. Televizyonda da tabii ki kutup ayıları ve Alaska var. Barmenden cola istiyorum ama cola ılık bardak buz olduğundan çatlıyor bardağım. Burnum donmaya başlayıp sıcağı arayınca ayrılıyorum hayatımın ilk buz barından.
Pueblo Espania’ya da İspanya’nın farklı bölgelerindeki evleri, mahalleleri yeniden yapmışlar, dar sokakları, dükkanlarıyla görülmeye ve şarap içip keyif çatmaya değer bir yer.
GRANADA
Karlı Sierra Nevada dağları bizim bulunduğumuz yerden bakınca 41 derece sıcakda nasıl olur da erimiyor acaba diye merak ettiriyor insana?
El Hambra kızıl toprak anlamına geliyor. 365 odalı bir saray burası. Taşlar dantel gibi işlenmiş izlenimi veriyor. Her yerde turunç, portakal ağaçları var. 15. yüzyıla kadar portakal nedir bilmezlermiş buralarda. Çin’den portakal aşısı geldikten sonra öğrenmişler portakalı.
Sarayın duvarlarında resmedilmiş yahudi yıldızı cennetin köşelerini ifade ediyor.
CORDOBA
Vizigot ve Vandallardan kalan su kemerleri ve sütunları gören Emeviler o sistemleri camiye taşımış. 120 sütun var bir zamanlar camii olan bu katedralde. Aynı anda 30,000 kişi dua edebilecek kadar büyük burası. Bir zamanlar yunancadan Arapçaya kitaplar çevrilmiş kütüphanesinde, 600,000 el yazması eser varmış. III. Fernando buraları fethedince kütüphane yakılmış. Aynı Efes, Bergama ve İskenderiye kütüphaneleri gibi.
1961’de Pakistan cumhurbaşkanı burada cemaat yeniden müslüman olsun diye dua edince o güne kadar camii katedral diye geçen ismi bir anda katedrale çevrilmiş.
Sokakda Afrikalı bir adam ve İspanyol rehberine rastlıyorum. Mozambiğin en ünlü şarkıcısıymış meğer. Biraz araştırıyorum. Mozambik şarkıları Portekiz fadolarından çok etkilenmiş meğer.
İşkence müzesine gidiyorum. İnsanoğlu neler keşfetmiş başkasına acı vermek uğruna. İnsanların bacaklarına ağırlıklar bağlayıp tahta kazıklara oturtmuş ki kazığa daha fazla saplansınlar ya da tabut gibi içi dikenlerle kaplı kutulara kapatmışlar onları. Bu da yetmemiş boğazlarına bir kelepçe takmışlar, kelepçenin ucuna da iki ucu çatal gibi bir çıkıntı. Boynunu dik tutmazsan ya da konuşmaya kalkarsan hatta öksürürsen bile girirverirmiş o çatal boynuna. Ceza daha da ağırlaştırılmak istenirse bu sefer de metal dikenli bir kelepçe takılırmış bedene, dikenler vücuda batacak şekilde. Yara açılınca da et yiyen kurtcuklar konurmuş yaraya. Yok canım atıyorsun demeyin, müzede böyle yazıyor. Kutsal engizisyon suçluları itirafa zorlayabilmek için bulmuş tüm bu yöntemleri. Bu arada Avrupa Osmanlılara ne diyordu, hatırlayalım, ‘barbar Türkler’. Yahudileri engizisyondan kurtarmak için İspanya’ya gemi yollayan kimdir? Yavuz Sultan Selim! Başka sorum yok sayın hakim!
SEVILLA
Boğa güreşlerinin yapıldığı en eski arenalardan biri burada. Katalan bölgesinde boğa güreşleri yasaklanırken burada serbest. Bir gösteride 6-8 boğa telef oluyor. Önce mızrak saplanmış acı içinde boğa koştura koştura arenaya çıkıyor ve acemi 4-5 matadora saldırmaya çalışıyor. Onlarsa tahta perdelerin arkasına saklanıyor. Hayvan sinirle tahta perdeye saldırıyor. Ardından at üstünde gelen bir kişi mızrakla hayvanın sırt kaslarını zedeliyor. Bu da yetmiyor, matador elinde iki mızrak ortaya çıkıyor bale yapar gibi estetik hareketlerle en vahşi saplamayı gerçekleştirip hayvanın sırtına geçiriveriyor mızrakları. Yanındaki çömezlerse hayvanı oyalıyor bu arada. Hayvana yapılan adaletsizlik karşısında o kadar üzülüyorsunuz ki  hayvanı tutar oluyorsunuz. Matador hayvanla bir müddet daha kedi ciğer misali oynadıkdan sonra uzunca bir kılıcı saplayıveriyor yüreğine, yıkılıveriyor gururlu hayvan. Ponponlarla süslenmiş gözü kapalı atlar çıkıyor sahaya, çekiyorlar boğanın cansız bedenini içeri. Boğa kuyruğu spesialite çevredeki lokantalarda.
Endülüs İspanya’nın en çok beğendiğim bölgesi... Alkazar sarayının bahçesindeki havuzlar çiçekler, Cordoba kalesinin uzakdan masalsı görünüşü, Granada’daki Albaizin çingene bölgesinin daracık yollarında kendinizi kaybedip benliğinizi aramak...Başlı başına bir deneyim Endülüs.