Çin Guilin'de Miao Halkı kıyafetleriyle

19 Temmuz 2013 Cuma

8.7.2013'de Hürriyet Gazetesi Seyahat Ekinde Çıkan Yazım

Kanada-ABD sınırının doğusunda, St Lawrence Nehri boyunca sıralanan adaların sayısı tartışmalı. Bu nedenle ‘Bin Adalar’ demekle yetinmişler. Seyahat’in 10’uncu yıl ödüllü okuru Mehpare Sözener ağustostaki Korsan Festivali sırasında gitti, izlenimlerini yazdı.

New York Eyaleti’ndeki St Lawrence Nehri, Kanada’nın Ontario Gölü’ne akar. Birleştiği yerdeki Thousand Islands’ın (Bin Ada) adı, laf ola beri gele konmamış. Yaklaşık 1860 ada var. Yaklaşık, diyorum çünkü adaları, Kanada, Amerika yetkilileri ve National Geography dergisi saymış ve hepsi başka bir sayı bulmuş. Onca adayı tekrar tekrar saymak yerine ortalama almışlar.
Öyle bir manzara düşünün ki güneş, nehri ve ağaç kaplı küçük adaları pırıl pırıl parlatıyor. Evler doğayla bütünleşmiş. Suya atlayan çocukları seyrederken, bir gezi teknesiyle aralarında dolaşıp bilgi alıyorsunuz. Temiz havayı içinize çekiyorsunuz.

ADİL BÖLÜŞÜM
Kanada kanunlarına göre ancak ev ve merdiven yapacak kadar ağaç kesebiliyorsunuz. Evlerden birini karada yapıp kışın göl donunca adaya taşımışlar, böylece çok ucuza gelmiş.
Adaların üçte ikisi Kanada’ya, kalanı ise Amerika’ya ait. Her iki ülkedeki toplam yüzölçümleri aynı. Kanada tarafında kışın 1500, yazın 10 bin kişi yaşıyor.
Efsaneye göre Tanrıların sepetindeki güzellikler yere saçılınca bu adalar oluşmuş. Bazı adalar o kadar küçük ki ancak bir ev sığıyor. Hani nerdeyse, ev sahibi kapıdan dışarı çıktığında fazladan bir adım atsa göle girecek. Bunlara ‘balayı adası’ diyorlar. Bir kaya parçasının ada kabul edilmesi için 365 gün su yüzünde kalması, üstünde en azından bir ağaç olması gerekiyormuş. Bölgede 4 bin tane de kaya parçası olduğunu öğreniyorum.
Adamın biri fi tarihinde adaların hepsini 24 dolara satın almış. Hollandalıların da NY Manhattan Adası’nı Kızılderililerden 24 dolara aldığı düşünülürse, o zamanlar için pek de ucuz bir alışveriş sayılmaz. Adam üstündeki ağaçları kesip, nehirden Montreal’e yollamış. Ağaç bitince adaları ucuza elden çıkarıvermiş. Geleceği görememiş, ne yazık ki!
PİYANGOYU KAZANAN OTELDE KALABİLİYOR
Bu adalardan birindeki otelde kalmak için piyango çekiliyor. Kim kazanırsa o kalabiliyor. Talep o kadar fazla anlayacağınız. Otellerin yanı sıra kampingler ve bungalov türü konaklama var. Kışın snowmobile’e binebileceğiniz gibi yazın golf, balık avlama, kayaking, dalma, rafting, go-karts, akvaryum, hayvanat bahçesi, trekking, balon turu, şarap tadabileceğiniz ve alabileceğiniz mahzenler, tekneyle doğrudan gidebileceğiniz tiyatrolar, antik tekne şovları ve tabii bol bol deniz ürünü tadabileceğiniz lokantalar sizi bekliyor. Bence en güzeli ağustostaki Korsan Festivali. Şansıma festivale denk geliyorum. Kuzey Amerikalıları bilirsiniz, Cadılar Bayramı, Bağımsızlık Günü ve yılbaşında mutlaka temaya göre giyinir, hatta evlerini dekore ederler. Festivalde de herkes korsan kıyafetiyle sokaklarda. Çengel kollu, tek gözlü, bandanalı kadınlı, erkekli kalabalık şarkılar söylüyor. Geçmişi hatırlatıp tarihi canlandırıyorlar.
Kaçakçılar Mağarası, 1920’ler-de Amerika’da alkol yasaklandığında kullanılmış. Kaçakçılar içki kasalarına kaya tuzu koyuyor, polisi görünce denize atıveriyorlarmış. Tuzlar eridikçe kasalar suyun üstüne çıkıyormuş. Polis belki o günlerde aldanıyordu, ama bugünlerde oldukça sert. Sürat yapan teknelere mil (1.6 km) başına 1000 dolar ceza kesiyor.
Bir kere de İstanbul Boğazı gibi bir tanker faciası yaşamış, bu güzel yer. Ama o kadar şanslılarmış ki, her zaman esen rüzgâr üç gün esmemiş ve facia ucuz atlatılmış.

SOSLA KARIŞTIRMAYIN
Yolunuz bölgeye düşerse, adaları gezdikten sonra Kanada - ABD sınırındaki 75 yıllık, 13 kilometre uzunluğundaki TI (Thousand Islands) Köprüsü’nde yürüyebilirsiniz. Gündoğumundan batımına kadar yayalara açık. Amerika’nın milli sembolü kel kartallara da ev sahipliği yapan Hill Adası’ndaki Skydeck’e gidip tepeden tüm adaları, köprüyü ve St Lawrence Nehri’nin panoramasını görebilirsiniz.
Amerikalılar salatalarına bizim gibi zeytinyağı, limon koymaz; ‘dressing’ dedikleri bin çeşit sos koyarlar. Bunlardan biri de ‘thousand island’dır. Sessiz sinema çağının yıldızı Mary Irwin (1862-1938) sosdaki sebzeleri bölgedeki adalara benzetmiş, bu isimle evlere girmesini sağlamış. Bugün ortalama bir Amerikalı’ya sokakta “Thousand Islands nedir” diye sorduğunuzda, cevap sostan ileri gitmez!

Kalp saadet getirmedi
Bölgenin en mahzun aşk hikâyesi Boldt Castle’da. NY Waldorf Astoria Hoteli’nin sahibi George C. Boldt, kalp şeklindeki bu adayı 1900’lerin başında Sevgililer Günü için satın almış. Karısı Louise için şato yaptırmaya başlamış. Ama ne şato! Çocuklar oyun oynasın diye ayrıca minik bir şato bile yapılmış. Kuşevi de unutulmamış. Her yerde kalp şeklinde semboller var. O kadar ki, havuz bile.
Prusyalı bu otelci, bulaşıkçılıkla işe başlayıp NY Waldorf Astoria’nın sahibi oluvermiş. Otelinde her odaya çiçek, her kata bir müdür koyup müşterilerine iyi servis vermeye adamış kendini. İşin en üzücü yanı, 1904’te ev bitmeden eşinin ölmesi. O günden sonra ne adaya uğramış ne de inşaatı bitirmiş. Ada doğanın ve vandalların tahribatına teslim olmuş. 1977’de çocukları adayı Thousand Islands Köprü Yönetimi’ne satmış, onlar da adayı müze haline getirmiş. Şimdi her sene şatoda şarap festivali düzenliyorlar. Bu evde ne kimse yaşamış ne de bir mobilya konmuş. 120 odalı, 40 şömineli, 400 pencereli bu ev, o gün bugündür yalnızlığa ve acıya terk edilmiş.

Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki 10.yıl Gezi Yazısı Yarışmasında 1. Oldum

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=23644749

25 Haziran 2013 Salı

10.6.2013'de Hürriyet Gezi İlavesinde Çıkan ve Gazetenin Yarışmasında Finale Kalan Fransız Polonezyası-Moorea Yazım

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=23471008

MOOREA
Fransız Polinezyası’nın başkenti Papeete’da sabah saat 5.30’da uçaktan ineni havaalanına sokmuyorlar, kapıda bekliyor. Meğer bando yerini alıyormuş. Boynumuza çiçek kolye, “lei” takıyorlar. Bu kokulu çiçekler bir tür gardenya. Hava öyle sıcak ki hemen kararıyorlar. Başkentin bulunduğu Tahiti Adası’ndan Moorea, 20 kişilik uçakla 10 dakika. Deniz o kadar temiz, biz o kadar alçaktan uçuyoruz ki penceremden köpekbalıklarını görebiliyorum. Havaalanın çatısı var, kapısı bacası yok. Çatıyla bina arası ise boşluk. İçerde vahşi tavuklar uçuşuyor. X-ray, güvenlik hiç yok. Ia orana Moorea! (Merhaba Yorana)
Bir teoriye göre yerliler 30 bin sene önce Güneydoğu Asya’dan yıldız haritalarını kullanarak gelmiş buraya. 1700’lere kadar dünyada en yaygın bulunan ırk Polinezyalılarmış. Yerliler aralarında Reo Maohi denen bir lisan konuşuyor. Okulda Fransızca öğreniyor. Adalar, otonom ama finans, politika hâlâ Fransa’ya bağlı. Tarım, eğitim, kültüre kendileri karar veriyorlar.

VANİLYA, ANANAS YETİŞTİRİYORLAR
Adalar okyanusta Avrupa kadar alana dağılmış. Binlerce yıl önce volkanlar patlamış, adalar oluşmuş, söndükçe küçülmüş, küçüldükçe adanın ortasındaki dağ batmış, kenarlarda simit gibi mercan kayaları, yani atoller oluşmuş. Ortada ada, etrafında atol, arasında da firuze renkli lagün var. Lagün bilek boyu su, diğer taraflar derin.
Yağmursuz mevsim haziran-ekim arasında. Saatte hızı 160 kilometreyi bulan fırtınalar uğruyor bu adalara. Gün saat 6.30’da ağarıyor, saat 5.30’da karanlık basıyor. Güneş saat 8.00’de bile yakıcı. Gece yıldız seyrine doyum olmuyor.
Deniz üstündeki bungalow odaların gecesi 700 dolar. Balkonlu, iskeleli. Kahvaltıyı odaya isterseniz kayıkla geliyor. Odamın tabanının bir kısmı cam. Aşağıya balıklara bakıyorum. Denizin rengi firuze, rengarenk balık dolu. Akşam ışığı yakınca altım balık doluyor.
Mooera sarı kertenkele anlamına geliyor. Kalp şeklindeki adanın çevresi 60 kilometre. Merkezi volkanik krater, vadilerinde ise ananas ve vanilya yetiştiriliyor. Vanilya, orkide ile bir çeşit fasülye tohumunun değişik bir tür böcekle döllenmesiyle oluşuyor. O böcek adada yaşamadığından yapay olarak dölleniyor tohumlar. Vanilya fasulye gibi sırığa sarılarak büyüyor, dibine Hindistan cevizi kabukları koyuyorlar ki toprak hep nemli kalsın.

İNCİ BOLLUĞU
Adanın merkezindeki Belvedere noktasının bir tarafından Rotui Dağı, diğerinden Opunohu ve Cook’s koylarının manzarası süper. İlki 1984’de Mel Gibson ve Anthony Hopkins’in oynadığı the Bounty filminin çevrildiği yer, ikincisi kaşif James Cook’un adaya ayak bastığı nokta. En güzel kumsal Temae. Afareaitu Şelalesi’ne sadece ciple ulaşılıyor. Buraların dalış cenneti olduğunu söylememe gerek var mı?
Adada adım başı inci dükkanı var. İlk inciyi Çinliler keşfetmiş ama Kokichi Mikimoto mükemmel yuvarlak inciyi yaratıp hemen patentlemiş. 1965’de Mikimoto tekniği Polonezyaya getirilmiş ama ‘Poe Rava’, yani siyah inci burada doğmuş. İstiridyenin inciyi yapması iki sene sürüyormuş. İnci olduktan sonra ameliyatla inciyi çıkarıyorlarmış.
Geleneksel Polonezya kültürünü sergileyen Tiki köyünde, kulübelerin çatıları yaprak kaplı. Dövme sanatçıları, çiçekden taç yapanları, deniz kabuklarından kolye yapanları, Hindistan cevizi yapraklarından sepet örenleri iş başında görüp, yerel kayık pirogue’ye binip siyah inci çiftliğine gidebiliyorsunuz.

SEKSİ DANSÇILAR
Banyan ya da dut ağacının kabuğundan üretilen, tapa denen kumaşın yapımı bir sanat. Önce sivriltilmiş çubukla ağacın kabuğu soyuluyor. Yumuşaması için suya sokuluyor. Sert dış kabuğu atıldıktan sonra geriye kalan yumuşak iç kısım düz bir taşa seriliyor. Bağdaş kuran yerli, kare şeklinde demir tokaçla kabuğu saatlerce dövüyor. Bu işlemde kabuk incelip esniyor. Kurutup, dekoratif desenler çizip pareo gibi sarıp kullanıyor.
Hawaii danslarının çıkış yeri bu adalar. Akşam kum zeminli tiyatroda sazdan etekleriyle adalı kızlar dans ediyor. Hindistan cevizi kabuğundan yapılmış sutyenleri ve denizkabuğu kolyeleriyle seksi seksi salınıyorlar. Tabii hepsinin boynunda bir de çiçekten yapılma kolye var. Erkekler ellerindeki meşaleleri çevirerek cesaret gösterisi yapıyor. Dansta ateşi el ve ayaklarına değdiriyorlar. Birinin saçı alev alıyor ama pek umursamıyor. Toplam 60 dansçı gösteri yapıyor burada.
Dustin Hofman ve Lorenza Lamas bu adada evlenmiş. Erkeklere düğünden önce yalancı dövme yapılıyor, kadınlara çiçek sularıyla masaj. Gelinle damat çiçekten bir tahta oturup ‘pirogue’ kayıklarının üstünde düğünün yer alacağı tapınağa getiriliyor. Bu arada vahines (kadınlar) himene (şarkı) söyleyerek gelinle damadı karşılıyor. Düğünden sonra gelinle damat denizin ortasındaki bir motuya (mercan adacığı) bırakılıyor. Her şeyin ayrı bir fiyatı var tabii ki...

Doğası sürpriz dolu
Deniz inanılmaz renklere sahip. Sanki oraya buraya boya dökülmüş, suya karışmadan kalmış. Bir parça açık mavi, biraz da koyu mavi, lacivert. Mini minnacık adacıklar. Sanki güzellikler sepetinden dökülüvermiş. Adalar Hindistan cevizi ağaçlarıyla kaplı. Tepelerinde bulutlar...
Balıkçılar ‘out’ adlı zehirli meyvayı denize koyuyor, yiyen balıklar derin bir uykuya dalıyor, onlarda kolayca topluyor. Bu meyvenin, tohum içinden çıkmış tüy gibi bir çiçeği var. Sanki ‘Moulin Rouge’ kızlarından biri, ötrişini buraya düşürmüş. Çiçek sabah sarı, akşam portakal, yere düşünce ise kırmızı renk alıyor.
Mercan canlı hayvanlar kolonisi olduğundan, insan vücudunda oluşturacağı kesikler enfeksiyona yol açıyormuş. Çünkü bu hayvanlar deri altında büyümeye devam ediyormuş. Yerliler bu kesiklere lime suyu sürüyormuş ki asit hayvanları öldürsün. Yengeçler ortama uyup ağaçta, bahçede yaşar olmuş. Yerdeki delikler yuvaları. Sabah köpekleri lagünde balık avlıyor.

Büyük erkek çocuk kız gibi büyütülüyor

Çocuğu, arsası olana hükümet bedava ev yapıyor. Adada sanayi yatırımının olmadığını, Avrupalıların buralara ilk ayak bastığı dönemde adalı kızların çivi karşılığında gemicilerle birlikte olduğunu düşünürseniz, bedava ev inşaatı hiç de kötü bir yardım sayılmaz.
Evlerin kimisi direkler üstünde. Hava akımıyla serinlesin diye. Kiminin tavanı ottan. Otlar önce tuzlu suda bekletilirmiş ki böcek yemesin. Evler küçük, tek katlı, kimisinin kapısı yok, yerine perde asılı. Ama garajlar Land Rover marka cip dolu. Her evin bir ekmek kutusu var, dağıtım kamyonla yapılıyor.
Yollarda selfservis tezgahlar var. Ananası alıp parayı sepete bırakıyorsun. “Para bırakmazsan yediğin meyva karnını ağrıtır,” diye yazmışlar. Adada gelir vergisi yok. Devletin geliri gümrükten.
Toplu taşıma ‘le truck’ denen rengarenk kamyondan bozma otobüslerle yapılıyor. Penceresi var camı yok. Okul servisi gemiyle.
Halk ölümün hatadan kaynaklandığına inanıyor. Duruma ağlaması için bir ağıtçı tutuyorlar. Bu profesyonel, köpek balığı dişiyle yüzünü yırta yırta ağlıyor. Adalılar hayaletlerin yaşadığına inanıp dağa ev yapmıyor. Zorunlu kalırsa sürekli ateş yakıyor. Dağ evleri Fransız yetkililerin.
Erkeklerin vücudunun bir tarafı tümüyle dövme kaplı. Geçmişte köpek balığı dişiyle yapılır, aile kaydı o dövmelerde tutulurmuş. Pareo da bu adalarda doğmuş. Kadın, erkek pareo kullanıyor. Halk sokakta öpüşüp koklaşmayı, elele yürümeyi ayıp sayıyor ama travestiler toplum tarafında kabul görüyor. Çoğu ailede en büyük erkek çocuk, kız gibi büyütülüyor.

12 Mayıs 2013 Pazar

DÜNYADAN ANNELER


Hintli anneler ne taşıyacaklarsa başlarında taşıyorlar, ağırlıklarına aldırmadan. Omuriliklerine o kadar yük binince ne oluyor acaba? Hintli annelerin yükü bununla kalsa gene iyi. Mutlaka erkek çocuk doğurmaları gerekiyor. Kız çocuk, zamanı geldiğinde hem drahoma hem de görücü parası ödemek anlamına geliyor. O yüzden kimi anne kız çocuklarını beslemeyip ölüme mahkum etmek zorunda kalıyor. Eğer kadın kız doğurursa kayınvalidesi 3 gün içinde tarlaya çalışmaya yollarken, erkek doğurursa 1 ay evde dinlenme hakkı veriyor.



Güney Afrika’da Cape Town’da siyahların yaşadıkları bölgede yaşam çok zor. Ortalama yaşam süresi 45-50 yaş. Çoğu kazada, AIDS’den ve zatüreden ölüyor. 5.6 milyon AIDS’li var ve bu da nüfusun nerdeyse onda biri ediyor. Resim siyahların oturduğu mahallede bir evin mutfağından...



Etiyopya'da Mursi kadınları daha güzel görünmek için alt dudaklarını tutan kası küçükken kesiyor sonra tükürük birikmesin diye alt orta iki dişi çekiyor. Ve alt dudağa yıllar içinde gittikçe büyüyen tabaklar takıyor. Hamile kadın doğum anı geldiğinde 15 gün kadar ormanda kalıyor ve bebeği doğurduktan sonra köye geliyor.


Etiyopya'da başka bir kabileden bir anne...




Bali’de kadınlar ev dışında çalışamıyor çünkü dini törenlere hazırlık yapmakdan başka işde çalışmaya zamanları kalmıyor. Resimde kadınlar çocuklarını tapınakdaki kutsal suya sokarak günahlarından arındırıyor.




Küba’da kadınlar iş hayatının %66’sını kaplıyor. Doğum yapan kadınlara bir yıl izin ve bedava kreş servisi veriyorlar.  


Yüksek irtifada yaşamaya alışık Tibetli anneler...



Butan'da kızıyla dini metal festivalini seyreden bir anne. Metal bir eşyanız varsa bu festivale getiriyorsunuz, rahipler dua ediyor, bir sene boyunca eşyanız kazaya belaya uğramıyor.



Vietnam'da çocuklarıyla işe çıkmış bir anne...


Kamboçya'da torunu ya da çocuğuna hayran hayran bakan bir anne ya da büyükanne...



Çin’de Terracotta askerleri müzesinin bahçesinde çocuğuna büyük tuvaletini yaptıran bir anne. Yorum yok!