Çin Guilin'de Miao Halkı kıyafetleriyle

19 Temmuz 2013 Cuma

8.7.2013'de Hürriyet Gazetesi Seyahat Ekinde Çıkan Yazım

Kanada-ABD sınırının doğusunda, St Lawrence Nehri boyunca sıralanan adaların sayısı tartışmalı. Bu nedenle ‘Bin Adalar’ demekle yetinmişler. Seyahat’in 10’uncu yıl ödüllü okuru Mehpare Sözener ağustostaki Korsan Festivali sırasında gitti, izlenimlerini yazdı.

New York Eyaleti’ndeki St Lawrence Nehri, Kanada’nın Ontario Gölü’ne akar. Birleştiği yerdeki Thousand Islands’ın (Bin Ada) adı, laf ola beri gele konmamış. Yaklaşık 1860 ada var. Yaklaşık, diyorum çünkü adaları, Kanada, Amerika yetkilileri ve National Geography dergisi saymış ve hepsi başka bir sayı bulmuş. Onca adayı tekrar tekrar saymak yerine ortalama almışlar.
Öyle bir manzara düşünün ki güneş, nehri ve ağaç kaplı küçük adaları pırıl pırıl parlatıyor. Evler doğayla bütünleşmiş. Suya atlayan çocukları seyrederken, bir gezi teknesiyle aralarında dolaşıp bilgi alıyorsunuz. Temiz havayı içinize çekiyorsunuz.

ADİL BÖLÜŞÜM
Kanada kanunlarına göre ancak ev ve merdiven yapacak kadar ağaç kesebiliyorsunuz. Evlerden birini karada yapıp kışın göl donunca adaya taşımışlar, böylece çok ucuza gelmiş.
Adaların üçte ikisi Kanada’ya, kalanı ise Amerika’ya ait. Her iki ülkedeki toplam yüzölçümleri aynı. Kanada tarafında kışın 1500, yazın 10 bin kişi yaşıyor.
Efsaneye göre Tanrıların sepetindeki güzellikler yere saçılınca bu adalar oluşmuş. Bazı adalar o kadar küçük ki ancak bir ev sığıyor. Hani nerdeyse, ev sahibi kapıdan dışarı çıktığında fazladan bir adım atsa göle girecek. Bunlara ‘balayı adası’ diyorlar. Bir kaya parçasının ada kabul edilmesi için 365 gün su yüzünde kalması, üstünde en azından bir ağaç olması gerekiyormuş. Bölgede 4 bin tane de kaya parçası olduğunu öğreniyorum.
Adamın biri fi tarihinde adaların hepsini 24 dolara satın almış. Hollandalıların da NY Manhattan Adası’nı Kızılderililerden 24 dolara aldığı düşünülürse, o zamanlar için pek de ucuz bir alışveriş sayılmaz. Adam üstündeki ağaçları kesip, nehirden Montreal’e yollamış. Ağaç bitince adaları ucuza elden çıkarıvermiş. Geleceği görememiş, ne yazık ki!
PİYANGOYU KAZANAN OTELDE KALABİLİYOR
Bu adalardan birindeki otelde kalmak için piyango çekiliyor. Kim kazanırsa o kalabiliyor. Talep o kadar fazla anlayacağınız. Otellerin yanı sıra kampingler ve bungalov türü konaklama var. Kışın snowmobile’e binebileceğiniz gibi yazın golf, balık avlama, kayaking, dalma, rafting, go-karts, akvaryum, hayvanat bahçesi, trekking, balon turu, şarap tadabileceğiniz ve alabileceğiniz mahzenler, tekneyle doğrudan gidebileceğiniz tiyatrolar, antik tekne şovları ve tabii bol bol deniz ürünü tadabileceğiniz lokantalar sizi bekliyor. Bence en güzeli ağustostaki Korsan Festivali. Şansıma festivale denk geliyorum. Kuzey Amerikalıları bilirsiniz, Cadılar Bayramı, Bağımsızlık Günü ve yılbaşında mutlaka temaya göre giyinir, hatta evlerini dekore ederler. Festivalde de herkes korsan kıyafetiyle sokaklarda. Çengel kollu, tek gözlü, bandanalı kadınlı, erkekli kalabalık şarkılar söylüyor. Geçmişi hatırlatıp tarihi canlandırıyorlar.
Kaçakçılar Mağarası, 1920’ler-de Amerika’da alkol yasaklandığında kullanılmış. Kaçakçılar içki kasalarına kaya tuzu koyuyor, polisi görünce denize atıveriyorlarmış. Tuzlar eridikçe kasalar suyun üstüne çıkıyormuş. Polis belki o günlerde aldanıyordu, ama bugünlerde oldukça sert. Sürat yapan teknelere mil (1.6 km) başına 1000 dolar ceza kesiyor.
Bir kere de İstanbul Boğazı gibi bir tanker faciası yaşamış, bu güzel yer. Ama o kadar şanslılarmış ki, her zaman esen rüzgâr üç gün esmemiş ve facia ucuz atlatılmış.

SOSLA KARIŞTIRMAYIN
Yolunuz bölgeye düşerse, adaları gezdikten sonra Kanada - ABD sınırındaki 75 yıllık, 13 kilometre uzunluğundaki TI (Thousand Islands) Köprüsü’nde yürüyebilirsiniz. Gündoğumundan batımına kadar yayalara açık. Amerika’nın milli sembolü kel kartallara da ev sahipliği yapan Hill Adası’ndaki Skydeck’e gidip tepeden tüm adaları, köprüyü ve St Lawrence Nehri’nin panoramasını görebilirsiniz.
Amerikalılar salatalarına bizim gibi zeytinyağı, limon koymaz; ‘dressing’ dedikleri bin çeşit sos koyarlar. Bunlardan biri de ‘thousand island’dır. Sessiz sinema çağının yıldızı Mary Irwin (1862-1938) sosdaki sebzeleri bölgedeki adalara benzetmiş, bu isimle evlere girmesini sağlamış. Bugün ortalama bir Amerikalı’ya sokakta “Thousand Islands nedir” diye sorduğunuzda, cevap sostan ileri gitmez!

Kalp saadet getirmedi
Bölgenin en mahzun aşk hikâyesi Boldt Castle’da. NY Waldorf Astoria Hoteli’nin sahibi George C. Boldt, kalp şeklindeki bu adayı 1900’lerin başında Sevgililer Günü için satın almış. Karısı Louise için şato yaptırmaya başlamış. Ama ne şato! Çocuklar oyun oynasın diye ayrıca minik bir şato bile yapılmış. Kuşevi de unutulmamış. Her yerde kalp şeklinde semboller var. O kadar ki, havuz bile.
Prusyalı bu otelci, bulaşıkçılıkla işe başlayıp NY Waldorf Astoria’nın sahibi oluvermiş. Otelinde her odaya çiçek, her kata bir müdür koyup müşterilerine iyi servis vermeye adamış kendini. İşin en üzücü yanı, 1904’te ev bitmeden eşinin ölmesi. O günden sonra ne adaya uğramış ne de inşaatı bitirmiş. Ada doğanın ve vandalların tahribatına teslim olmuş. 1977’de çocukları adayı Thousand Islands Köprü Yönetimi’ne satmış, onlar da adayı müze haline getirmiş. Şimdi her sene şatoda şarap festivali düzenliyorlar. Bu evde ne kimse yaşamış ne de bir mobilya konmuş. 120 odalı, 40 şömineli, 400 pencereli bu ev, o gün bugündür yalnızlığa ve acıya terk edilmiş.

Hürriyet Gazetesi Seyahat Eki 10.yıl Gezi Yazısı Yarışmasında 1. Oldum

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=23644749

25 Haziran 2013 Salı

10.6.2013'de Hürriyet Gezi İlavesinde Çıkan ve Gazetenin Yarışmasında Finale Kalan Fransız Polonezyası-Moorea Yazım

http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=23471008

MOOREA
Fransız Polinezyası’nın başkenti Papeete’da sabah saat 5.30’da uçaktan ineni havaalanına sokmuyorlar, kapıda bekliyor. Meğer bando yerini alıyormuş. Boynumuza çiçek kolye, “lei” takıyorlar. Bu kokulu çiçekler bir tür gardenya. Hava öyle sıcak ki hemen kararıyorlar. Başkentin bulunduğu Tahiti Adası’ndan Moorea, 20 kişilik uçakla 10 dakika. Deniz o kadar temiz, biz o kadar alçaktan uçuyoruz ki penceremden köpekbalıklarını görebiliyorum. Havaalanın çatısı var, kapısı bacası yok. Çatıyla bina arası ise boşluk. İçerde vahşi tavuklar uçuşuyor. X-ray, güvenlik hiç yok. Ia orana Moorea! (Merhaba Yorana)
Bir teoriye göre yerliler 30 bin sene önce Güneydoğu Asya’dan yıldız haritalarını kullanarak gelmiş buraya. 1700’lere kadar dünyada en yaygın bulunan ırk Polinezyalılarmış. Yerliler aralarında Reo Maohi denen bir lisan konuşuyor. Okulda Fransızca öğreniyor. Adalar, otonom ama finans, politika hâlâ Fransa’ya bağlı. Tarım, eğitim, kültüre kendileri karar veriyorlar.

VANİLYA, ANANAS YETİŞTİRİYORLAR
Adalar okyanusta Avrupa kadar alana dağılmış. Binlerce yıl önce volkanlar patlamış, adalar oluşmuş, söndükçe küçülmüş, küçüldükçe adanın ortasındaki dağ batmış, kenarlarda simit gibi mercan kayaları, yani atoller oluşmuş. Ortada ada, etrafında atol, arasında da firuze renkli lagün var. Lagün bilek boyu su, diğer taraflar derin.
Yağmursuz mevsim haziran-ekim arasında. Saatte hızı 160 kilometreyi bulan fırtınalar uğruyor bu adalara. Gün saat 6.30’da ağarıyor, saat 5.30’da karanlık basıyor. Güneş saat 8.00’de bile yakıcı. Gece yıldız seyrine doyum olmuyor.
Deniz üstündeki bungalow odaların gecesi 700 dolar. Balkonlu, iskeleli. Kahvaltıyı odaya isterseniz kayıkla geliyor. Odamın tabanının bir kısmı cam. Aşağıya balıklara bakıyorum. Denizin rengi firuze, rengarenk balık dolu. Akşam ışığı yakınca altım balık doluyor.
Mooera sarı kertenkele anlamına geliyor. Kalp şeklindeki adanın çevresi 60 kilometre. Merkezi volkanik krater, vadilerinde ise ananas ve vanilya yetiştiriliyor. Vanilya, orkide ile bir çeşit fasülye tohumunun değişik bir tür böcekle döllenmesiyle oluşuyor. O böcek adada yaşamadığından yapay olarak dölleniyor tohumlar. Vanilya fasulye gibi sırığa sarılarak büyüyor, dibine Hindistan cevizi kabukları koyuyorlar ki toprak hep nemli kalsın.

İNCİ BOLLUĞU
Adanın merkezindeki Belvedere noktasının bir tarafından Rotui Dağı, diğerinden Opunohu ve Cook’s koylarının manzarası süper. İlki 1984’de Mel Gibson ve Anthony Hopkins’in oynadığı the Bounty filminin çevrildiği yer, ikincisi kaşif James Cook’un adaya ayak bastığı nokta. En güzel kumsal Temae. Afareaitu Şelalesi’ne sadece ciple ulaşılıyor. Buraların dalış cenneti olduğunu söylememe gerek var mı?
Adada adım başı inci dükkanı var. İlk inciyi Çinliler keşfetmiş ama Kokichi Mikimoto mükemmel yuvarlak inciyi yaratıp hemen patentlemiş. 1965’de Mikimoto tekniği Polonezyaya getirilmiş ama ‘Poe Rava’, yani siyah inci burada doğmuş. İstiridyenin inciyi yapması iki sene sürüyormuş. İnci olduktan sonra ameliyatla inciyi çıkarıyorlarmış.
Geleneksel Polonezya kültürünü sergileyen Tiki köyünde, kulübelerin çatıları yaprak kaplı. Dövme sanatçıları, çiçekden taç yapanları, deniz kabuklarından kolye yapanları, Hindistan cevizi yapraklarından sepet örenleri iş başında görüp, yerel kayık pirogue’ye binip siyah inci çiftliğine gidebiliyorsunuz.

SEKSİ DANSÇILAR
Banyan ya da dut ağacının kabuğundan üretilen, tapa denen kumaşın yapımı bir sanat. Önce sivriltilmiş çubukla ağacın kabuğu soyuluyor. Yumuşaması için suya sokuluyor. Sert dış kabuğu atıldıktan sonra geriye kalan yumuşak iç kısım düz bir taşa seriliyor. Bağdaş kuran yerli, kare şeklinde demir tokaçla kabuğu saatlerce dövüyor. Bu işlemde kabuk incelip esniyor. Kurutup, dekoratif desenler çizip pareo gibi sarıp kullanıyor.
Hawaii danslarının çıkış yeri bu adalar. Akşam kum zeminli tiyatroda sazdan etekleriyle adalı kızlar dans ediyor. Hindistan cevizi kabuğundan yapılmış sutyenleri ve denizkabuğu kolyeleriyle seksi seksi salınıyorlar. Tabii hepsinin boynunda bir de çiçekten yapılma kolye var. Erkekler ellerindeki meşaleleri çevirerek cesaret gösterisi yapıyor. Dansta ateşi el ve ayaklarına değdiriyorlar. Birinin saçı alev alıyor ama pek umursamıyor. Toplam 60 dansçı gösteri yapıyor burada.
Dustin Hofman ve Lorenza Lamas bu adada evlenmiş. Erkeklere düğünden önce yalancı dövme yapılıyor, kadınlara çiçek sularıyla masaj. Gelinle damat çiçekten bir tahta oturup ‘pirogue’ kayıklarının üstünde düğünün yer alacağı tapınağa getiriliyor. Bu arada vahines (kadınlar) himene (şarkı) söyleyerek gelinle damadı karşılıyor. Düğünden sonra gelinle damat denizin ortasındaki bir motuya (mercan adacığı) bırakılıyor. Her şeyin ayrı bir fiyatı var tabii ki...

Doğası sürpriz dolu
Deniz inanılmaz renklere sahip. Sanki oraya buraya boya dökülmüş, suya karışmadan kalmış. Bir parça açık mavi, biraz da koyu mavi, lacivert. Mini minnacık adacıklar. Sanki güzellikler sepetinden dökülüvermiş. Adalar Hindistan cevizi ağaçlarıyla kaplı. Tepelerinde bulutlar...
Balıkçılar ‘out’ adlı zehirli meyvayı denize koyuyor, yiyen balıklar derin bir uykuya dalıyor, onlarda kolayca topluyor. Bu meyvenin, tohum içinden çıkmış tüy gibi bir çiçeği var. Sanki ‘Moulin Rouge’ kızlarından biri, ötrişini buraya düşürmüş. Çiçek sabah sarı, akşam portakal, yere düşünce ise kırmızı renk alıyor.
Mercan canlı hayvanlar kolonisi olduğundan, insan vücudunda oluşturacağı kesikler enfeksiyona yol açıyormuş. Çünkü bu hayvanlar deri altında büyümeye devam ediyormuş. Yerliler bu kesiklere lime suyu sürüyormuş ki asit hayvanları öldürsün. Yengeçler ortama uyup ağaçta, bahçede yaşar olmuş. Yerdeki delikler yuvaları. Sabah köpekleri lagünde balık avlıyor.

Büyük erkek çocuk kız gibi büyütülüyor

Çocuğu, arsası olana hükümet bedava ev yapıyor. Adada sanayi yatırımının olmadığını, Avrupalıların buralara ilk ayak bastığı dönemde adalı kızların çivi karşılığında gemicilerle birlikte olduğunu düşünürseniz, bedava ev inşaatı hiç de kötü bir yardım sayılmaz.
Evlerin kimisi direkler üstünde. Hava akımıyla serinlesin diye. Kiminin tavanı ottan. Otlar önce tuzlu suda bekletilirmiş ki böcek yemesin. Evler küçük, tek katlı, kimisinin kapısı yok, yerine perde asılı. Ama garajlar Land Rover marka cip dolu. Her evin bir ekmek kutusu var, dağıtım kamyonla yapılıyor.
Yollarda selfservis tezgahlar var. Ananası alıp parayı sepete bırakıyorsun. “Para bırakmazsan yediğin meyva karnını ağrıtır,” diye yazmışlar. Adada gelir vergisi yok. Devletin geliri gümrükten.
Toplu taşıma ‘le truck’ denen rengarenk kamyondan bozma otobüslerle yapılıyor. Penceresi var camı yok. Okul servisi gemiyle.
Halk ölümün hatadan kaynaklandığına inanıyor. Duruma ağlaması için bir ağıtçı tutuyorlar. Bu profesyonel, köpek balığı dişiyle yüzünü yırta yırta ağlıyor. Adalılar hayaletlerin yaşadığına inanıp dağa ev yapmıyor. Zorunlu kalırsa sürekli ateş yakıyor. Dağ evleri Fransız yetkililerin.
Erkeklerin vücudunun bir tarafı tümüyle dövme kaplı. Geçmişte köpek balığı dişiyle yapılır, aile kaydı o dövmelerde tutulurmuş. Pareo da bu adalarda doğmuş. Kadın, erkek pareo kullanıyor. Halk sokakta öpüşüp koklaşmayı, elele yürümeyi ayıp sayıyor ama travestiler toplum tarafında kabul görüyor. Çoğu ailede en büyük erkek çocuk, kız gibi büyütülüyor.

12 Mayıs 2013 Pazar

DÜNYADAN ANNELER


Hintli anneler ne taşıyacaklarsa başlarında taşıyorlar, ağırlıklarına aldırmadan. Omuriliklerine o kadar yük binince ne oluyor acaba? Hintli annelerin yükü bununla kalsa gene iyi. Mutlaka erkek çocuk doğurmaları gerekiyor. Kız çocuk, zamanı geldiğinde hem drahoma hem de görücü parası ödemek anlamına geliyor. O yüzden kimi anne kız çocuklarını beslemeyip ölüme mahkum etmek zorunda kalıyor. Eğer kadın kız doğurursa kayınvalidesi 3 gün içinde tarlaya çalışmaya yollarken, erkek doğurursa 1 ay evde dinlenme hakkı veriyor.



Güney Afrika’da Cape Town’da siyahların yaşadıkları bölgede yaşam çok zor. Ortalama yaşam süresi 45-50 yaş. Çoğu kazada, AIDS’den ve zatüreden ölüyor. 5.6 milyon AIDS’li var ve bu da nüfusun nerdeyse onda biri ediyor. Resim siyahların oturduğu mahallede bir evin mutfağından...



Etiyopya'da Mursi kadınları daha güzel görünmek için alt dudaklarını tutan kası küçükken kesiyor sonra tükürük birikmesin diye alt orta iki dişi çekiyor. Ve alt dudağa yıllar içinde gittikçe büyüyen tabaklar takıyor. Hamile kadın doğum anı geldiğinde 15 gün kadar ormanda kalıyor ve bebeği doğurduktan sonra köye geliyor.


Etiyopya'da başka bir kabileden bir anne...




Bali’de kadınlar ev dışında çalışamıyor çünkü dini törenlere hazırlık yapmakdan başka işde çalışmaya zamanları kalmıyor. Resimde kadınlar çocuklarını tapınakdaki kutsal suya sokarak günahlarından arındırıyor.




Küba’da kadınlar iş hayatının %66’sını kaplıyor. Doğum yapan kadınlara bir yıl izin ve bedava kreş servisi veriyorlar.  


Yüksek irtifada yaşamaya alışık Tibetli anneler...



Butan'da kızıyla dini metal festivalini seyreden bir anne. Metal bir eşyanız varsa bu festivale getiriyorsunuz, rahipler dua ediyor, bir sene boyunca eşyanız kazaya belaya uğramıyor.



Vietnam'da çocuklarıyla işe çıkmış bir anne...


Kamboçya'da torunu ya da çocuğuna hayran hayran bakan bir anne ya da büyükanne...



Çin’de Terracotta askerleri müzesinin bahçesinde çocuğuna büyük tuvaletini yaptıran bir anne. Yorum yok!


29 Nisan 2013 Pazartesi

Yeni Workshop

4 Mayıs cumartesi akşamı workshop’umda konumuz Çin.
  • Çin’de kanunlara göre kadınların 20 yaşından küçük, erkeklerinse 24 yaşından küçük evlenmesinin yasak olduğunu,
  • Geleneklere göre sadece yedi durumda boşanmanın söz konusu olabildiğini,
  • Ortak dilleri Mandarin olsa da 50’den fazla etnik azınlığın olduğunu,
  • Arabasını otobanlarda sürmek isteyenlerin devlete 20,000 TL ödemesi gerektiğini
Biliyor muydunuz?

Gelebilecek olanlar bildirebilirse salonu ona göre ayarlamaya çalışacağım.
Salon kirası geçen seneden bu seneye değişmedi, gene yediğiniz içtiginiz hariç 20 TL.
Saat: 20:00 -22:00
Mekan : Kafika, Fındıklı
 

28 Nisan 2013 Pazar

FMV Özel Işık Lisesi II. Uluslararası ‘Spectrum of Education’ Sempozyumu

28 Nisan 2013’de FMV Özel Işık Lisesi Ayazağa kampüsündeki II. Uluslararası ‘Spectrum of Education’ Sempozyumuna ‘Peru’dan Taaa...hitilere Kültürel Farklılıklar’ adlı konuşmamla katıldım.
 



Türk Kültür Vakfı aracılığıyla, ABD, Almanya, Belçika, Brezilya, Çek Cumhuriyeti, Gana Cumhuriyeti, Hindistan, İngiltere, İtalya, İzlanda, Kolombiya, Letonya, Macaristan, Norveç, Rusya ve Sırbistan’dan gelen konuşmacılar vardı.

Benim konuşmam için simultane tercüman sağlanmamıştı. Gelen Hintli bayanı kapıdan çevirmek zorunda kaldık. Bayan ‘ama bu çok ilginç bir konuşma nasıl olur’ dedi. Ardından büyük bir yabancı dinleyici kitlesi aynı sebeple kapıdan geri dönüyordu ki, Türk dinleyicilere konuşmamı iki lisanda yaparsam rahatsız olup olmayacaklarını sordum. Çok kibardılar ve ‘tabii ki olmayız’ dediler. Ben de konuşmamı İngilizce ve Türkçe yaptım. Böyle olunca anlatmayı planladığım herşeyi anlatamasam da vermek istediğim ana fikri verdiğime inanıyorum. Yani ‘dünyadaki diğer insanlarla her konuda aynı fikirde olamayacağımızı kabul etmek’, kısacası ‘co-exist’!

Mezun olduğum okulumda böyle bir sunum yapmak bana çok keyif verdi, dinleyenler de keyif almış olacak ki kitabınız var mı diye sordular. Ben de onlara Türkiye’de kitap bastırmanın ne zorlu bir yolculuk olduğunu anlattım.   


 
Aslında anlattığım konular o kadar hassas ki, Hindu bayanın dininden bahsederken rahatsız olmasından çekindim, onların kutsal sayıp günahlarından arınmak için yıkandığı Ganj nehri bizim için 100 ml’sinde 1.5 milyon coliform bakterisiyle mikrop yuvası.  

Herşey bakış açısı aslında... Amerika’da Hiroşima’ya bomba atan pilotun konuşmasına gittiğim de dinleyicilerin onu ayakta alkışlayıp ‘sayende yaşıyoruz, savaşı sen bitirdin’ demesine şaşırmıştım. Benim için Hiroşima’ya atılan bomba bir insanlık ayıbıydı. Amerikalı arkadaşım ise Türklerin böyle düşünmesine şaşırmıştı.



Amerikalının dediği gibi ‘agree to disagree’...


Türkiye Gezginler Kulübü Ödül Töreni

10 Nisan 2013’de Türkiye Gezginler Kulübü, 50 ülkeden fazla seyahat edenlere ödül verdi. Ödül töreni muhteşem Sait Halim Paşa Yalısında yapıldı, şansımıza hava güneşliydi.



Gazeteci arkadaşım Betül Altınbaşak’la tören öncesinde boğaza nazır kahvaltı keyfi yaptık. Kimbilir neler yaşandı bu yalıda, ne hüzünler, ne mutluluklar...



Ödül törenine bir ülke kıyafetiyle gelmek zorunluydu. Ben de bir Türki cumhuriyeti kaftanı seçtim. Herkes ilginç bir kıyafetle katılmıştı törene.




Ödülümü Kulübün başkanı sayın Prof. Orhan Kural’dan aldım.




Ödülümü alırken dedim ki, ‘gezerken dünyayı tanıdım ama ondan da önemlisi kendimi tanıdım, zayıf yanlarımı, güçlü yönlerimi, limitlerimi, neden zevk aldığımı öğrendim’. Eh bu da az şey değil öyle değil mi?

18 Nisan 2013 Perşembe

Spectrum of Education II- FMV Işık Lisesi

28 Nisan Pazar, FMV Işık Lisesi Maslak'da 'Spectrum of Education' Semineri kapsamında, sabah 9'da Salon 2'de gezdiğim 61 ülkede gördüğüm kültürel farklılıkları anlatacağım 'Perudan Tahitiye Kültürel Farklılıklar' adında bir sunumum olacak.

Myanmarlılar Güneşten Nasıl Korunuyor?

Bizler yaz geldiğinde güneş altında bronzlaşmaya çalışırken, Asyalılar beyaz kalmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Asya'daki tüm ülkelerde insanlar yanmamak adına o sıcak ve nemde uzun kollu kıyafetler giyip kimi zamanda eldiven giyiyorlar. Phuket adasında güneşlenirken masaj yapan Taylandlı kadın ne güzel bembeyazsın demişti. Ben de ona biz sizin gibi olmak için güneşleniyoruz demiştim. Anlayamamıştı...

Myanmarlı kadınlar sandal ağaçını bir taşa sürüp biraz da su ekliyorlar ve elde ettikleri beyaz kremsi talaşla suratlarını boyuyorlar. Buna thanakha deniyor ve güneş kremi yerine kullanılıyor.


Asya'da krem alırken dikkat edin çoğunun içinde beyazlatıcı oluyor. Sokaklarda bol bol beyazlatıcı krem reklamlarına denk geliyorsunuz.





 Kimisi de bu thanaka işini bir sanat haline getirmiş, her tür deseni yapıyor.

16 Nisan 2013 Salı

Etiler Dinlenme ve Bakımevinde Kültürel Farklılıklar Çalıştayım (15 Nisan 2013)

15 Nisan'da Etiler Dinlenme ve Bakımevinde Kültürel Farklılıklar Çalıştayı yaptım. 20 dakika erken gittim salona. Çoktan yerlerini almışlardı. Seni bekliyorduk dediler...



Bir hanım Amerika'da postacıyla bir anısını anlattı. Nerelisin sorusuna Türküm cevabını alınca, bir dönsene arkanı demiş. Niye demiş Türk bayan. Türklerin kuyrukları var diyorlar, doğru mu diye bakıcam demiş postacı.


Bir başka hanım dedi ki, ben Amerika'ya gittiğimde İngilizce sözcüğü karıştırıyordum. Bir de baktım Türk sözcüğünün karşısında barbar yazıyor, hemen yırttım attım sayfayı. Artık değişmiştir di mi? Değişmez mi artık Amerikalıların en popüler destinasyonları arasında İstanbul.


Bir bay İngilizcemi test etti, 'how are you' diyerek. Mutlu anılarla ayrıldım yanlarında, bir dahaki çalıştaya kadar...


8 Nisan 2013 Pazartesi

Myanmar'da Rahipliğe İlk Adım

Myanmar'da her erkek hayatında iki kez manastırda geçici olarak rahip olarak kalıyor. Biri 10-20 yaş arası diğeri 20 yaş sonrası. Sahip oldukları iaşe başkalarınca verilmelidir. Parlak roblar 15 yaş altındayken veriliyor, koyu renk roblar ise daha sonraki yaşlarda. Sahip olabildikleri diğer şeyler traş bıçağı, yemek iaşelerini aldıkları kase, suya düşen sinekleri tutmaya yarayan filtre, şemsiye ve bardak.



Rahibeler ise saçlarını kazıtıyor ve pembe rob giyiyorlar. Rahibeliği meslek olarak seçmek pek hoş karşılanmıyor ve kadının toplumsal sorumluluklarından kaçtığı düşünülüyor.



 
Çocukların tapınağa gitmesi sünnet alayı gibi. En önde bir filin üstünde yanaklarına, gözlerine makyaj yapılmış bir erkek çocuk, ardında atların üstünde diğer erkek çocuklar, onların ardında çocukların denklerini kafalarında taşıyan anneler, arkasında rengarenk süslenmiş kağnı arabalarında akrabalar... Babaların görevi de çocuklarını güneşten korumak için süslü şemsiyeler tutmak. Kızların da bu tören sırasında tapınakda kulaklarına küpe için delikler açılıyor.
















Tapınakda müzik çalıyor, ailece dans ediyorlar. Ardından da konu komşuya yemek veriyorlar. Kapıda ise bir adam hediye edilen paraları bir deftere işliyor ve hediye verene bir yelpaze hediye ediyor.








Çocuklar tapınakda bulundukları sürece anne babalarına ‘kardeş’ diye hitap ediyorlar çünkü tüm Budist toplum onların kardeşi. Her sabah kendi yemeklerini bulabilmek için dilenmeleri gerekiyor böylece de egolarını öldürüyorlar. Fazla toplanan yemekler tapınakda çalışanlarla paylaşılıyor. Çocuklara tapınakda tuvalet temizleme de dahil her işi yaptırıyorlar.

6 Nisan 2013 Cumartesi

Adı Neden Şeker Bayramı?

Dünya Müslümanları ‘Ramazan Bayramı’ yada ‘Eid’ derken biz neden ‘Şeker Bayramı’ deriz hiç düşündünüz mü? Ben hep merak etmişimdir. Bugün cevabını Topkapı Sarayı öğrendim. Osmanlı zamanında Babüssaade Kapısının önünde bayram günleri cevizli baklava, şerbet ve akide şekeri dağıtılırmış. Bu yüzden de Ramazan Bayramı ‘Şeker Bayramı’ diye anılır olmuş.
Babüssaade Kapısı
Yakınlarda müze, çalışanlarına Bayramda şerbet ve baklava dağıtmaya başlamış, hem de Konyalı mamulü...

21 Mart 2013 Perşembe

DİPTEN ZİRVEYE BİR HAYAT HİKAYESİ

Hindistan’da hala kast sistemi mevcut. Bu o kadar kanlarına işlemiş ki Amerika’ya taşındıkdan sonra bile kast sistemini devam ettiriyorlar. Farklı kastlardan insanlar birbirleriyle evlenmedikleri gibi aynı kasttan farklı eyaletten evlenenlere de hoş gözle bakmıyorlar. Hindistan’da bulunduğum günlerde farklı kasttan birbirini sevmiş iki genci köylüler öldürmüş ve diğer gençlere de örnek olsun diye köy meydanına asmıştı. Cesetler kuruyana kadar da indirmemişti.

Dalitlerin yani dokunulmazların diğer kastlardan insanlarla aynı yerde yemek yemesine izin verilmiyor. Lokantalarda onlara ayrı çatal bıçak ve bardak bulunuyor. Bulabildikleri işler tuvalet temizleme, hayvan derisi yüzme ve sokakları süpürmek. Köy kuyusunu kullanmalarına yasak. Toplu taşımada ayrı yerde oturmak zorundalar. Köy tapınağına girmeleri de yasak ve mezarlıkları ayrı.

Kalpana Saroj Mumbai’da bir köyde Dalit kastında doğmuş Hintli bir kadın. Kalpana çocukken daha üst kastlardan arkadaşlarını ziyarete gittiğinde arkadaşlarının aileleri onu evin dışında oturturmuş ki evleri düşük kasttan biriyle kirlenmesin. Amcası kızların ‘bir paket zehir’ olduğunu söyler dururmuş. O yüzden de 12 yaşında kendinden 10 yaş büyük birinden evlenme teklifi geldiğin de amca ailesini onu evlendirmeye ikna etmiş. 12 yaşında bir çocuk olarak ev işlerini layıkıyla yapamadığı için kocasının ailesinden düzenli dayak yemiş ve az yemek verilmiş. 6 ay sonra babası onu ziyaret ettiğinde durumuna acıyıp eve geri getirmiş. Bu sefer de boşanmış bir kadın olması yüzünden (sadece 12 yaşında olmasına rağmen) mahalleli onu evlilikden kaçtığı için hoş karşılamamış. Bunca acıya dayanamayan Kalpana intihara kalkmış ve komaya girmiş ama doktorlar onu kurtarmış. O da büyük bir şeyler başarmaya ant içmiş.

13 yaşında köyündeki biçki dikiş kursuna yazılmış.Bir fabrikada günde 2 rupi kazandığı iplik kesme işine başlamış. Öğle tatillerinde dikiş makinası kullanmayı öğrenmiş. Fabrika müdürü ondaki cevheri görüp ayda 215 rupi kazanacağı bir iş vermiş ve Kalpana hayatında ilk kez 100 rupilik banknot görmüş. Düzenli maaşı sayesinde evine bir dikiş makinası alıp terziliğe başlamış. Stilleri çok beğenilmiş. Günde 16 saat çalışıyormuş ve bugün de bu alışkanlığını devam ettiriyormuş. 11 kadınla beraber mikro kredi alıp 18 yaşında güzellik salonu ve butik açmış, mobilya dükkanı ardından gelmiş. Mütahitlik daha sonraları gelmiş. Başarı üstüne başarı elde ettiği bir gün, bir mühendislik şirketinin 100 kadar işçisi kapısına gelip patron şirketi borçlarıyla bize terk etti, gel şirketi sen yönet demiş. 2006’da şirketi iflasdan kurtarmış ve Rajiv Gandhi kadın girişimci ödülünü kazanmış. Şu anda şirket 100 milyon dolar değerinde. Her sabah yogasına da devam ediyormuş, bütün bu işlerinin yanısıra.

Kalpana Mumbai’a ilk ayak bastığında nereye gideceğini bile bilmezken bugün şehrin iki yoluna şirketinin adı verilmiş.

Ne demişler, azmin elinde birşey kurtulmaz...

18 Mart 2013 Pazartesi

MYANMAR'DA LOTUS DOKUMASI
Lotus sapını ikiye kırıp sapdan çıkan sümüksü lifleri tahta bir masanın üstüne seriyorlar.


Üçbeş lotus dalını kırıp bu işlemi tekrarladıkdan sonra bu üçbeş lifi avuç içiyle ovalayarak birleştiriyorlar ve iplik oluşturuyorlar.

Bu iple yapılan dokumalar ipekden daha pahalıya satılıyor. 

Bu teyzede iplik aletinin önünde bir sağa bir sola yürüyerek iplik sarıyor.


 Dokuma ketene benziyor.

16 Mart 2013 Cumartesi

ÇİN KÜLTÜRÜ
Ülkede hala MÖ 6. yüzyıldan kalma Confucianism popular. Qin hanedanlığından beri devletin felsefesi olmuş. Mao zamanı hariç tabii. Confucianism ebeveyn-çocuk, yönetici-yönetilen, karı-koca, arkadaş-arkadaş ilişkilerini düzenleyen kurallar topluluğu ve bilimadamı ve beylerin elit felsefesi. Bu felsefeye göre aileye, büyüğe ve otoriteye saygı esas, o yüzden de Çinliler ölülerine ve atalarına çok saygı gösterirler. Confucius eğitimle toplumun daha iyi bir yere gelebileceğini, yöneticilerin de görevinin halkı eğitmek olduğunu vurgulamış. Temelinde humanism var. Eğitimin olduğu yerde sınıf yoktur diyor, düşünür. İnsanın kalitelisi evinde saygılı, işinde ciddi, ilişkilerinde sadık ve inançlı olandır diyor. Confucius dikatatörlüğe karşıdır ve yöneticinin görevi adalete sadık olmaktır der. Confucius’un dünyasını birlikte tutan yapışkan gerçeğe bağlılık, güvenilirlik ve de insanlık, adalet, kibarlık, ve akla dayanan ideallere bağlılıkdır.

Confucius’un iki çoçuğu olmuş ve bugün hala birçok Çinli onun soyundan geldiğini iddia eder. Onun en çok sevdiğim sözü ise özel insanlar adaletin küçük insanlarsa kar işlerinden anlarlar.

Budism yaygın ateismin yanısıra. Malum bir zamanlar Mao’nın Dalai Lama’ya dediği gibi ‘din afyondur’ felsefesiyle din yasaklanmış Çin’de. Oysa bugün serbest. Göbekli ve gülen Buda figürü görüyorum sık sık, bolluk ve bereket sembolü.

Diğer bir felsefede ışık ve gölge anlamına gelen Yin Yang. Yin kadını, yang’se erkeği temsil ediyor. Yin ve yang birbirine zıt kutuplar değil, biri olmadan diğeri de olmaz. Qi evreni  yaratan enerjidir ve yin ve yang’e sebebiyet vermiştir. Dünyadaki her fiziksel değişim Qi’nin sonucudur. Çin tıbbında MÖ 2. yüzyıldan beri bu enerjinin vücutta aktığına inanılır ve bunu dengede tutmaya çalışılır. Akupunktur da bu akışı düzenlemeye çalışır. Feng shui yani rüzgar ve su’da Qi felsefesine dayanır. O yüzden de kapıların ve koridorların yeri bu enerjinin akışına göre yapılmalıdır.

Çin’de tek çocuk politikası var, bu politika sadece çiftçiler için delinebiliyor ve ilk çocuk kızsa ikinci çocuğa izin veriliyor. Bu arada halkın %70’i tarımla uğraşıyor. Kimi Çinli kız çocuklarını Amerika ve Avrupa’ya evlatlık olarak veriyor. Şu anda Çin’de kızdan çok erkek nüfus var. Kanunlara göre kadınların 20 yaşından küçük, erkeklerinse 24 yaşından küçük evlenmesi yasak.

25 yaş civarı gençlerin anne babalarına baktığımızda, her on çiftin sekizinin evliliği ailelerince kararlaştırılmış olsa da bugün gençler evlenmeden beraber yaşıyorlar. Evlilik dışı ilişkiler o derece yaygın ki hükümet bunun kanunlara aykırı olması için çalışma başlatmış bile. 

Çöpçatanlar doğum tarihlerine bakarak gençler birbirlerine uygun burçdaysa işe girişiyorlar. Evlilik anlaşmasını, başlık parasını da ayarlayan onlar. MÖ 4. yüzyıldan kalma geleneğe göre erkek kıza başlık parası ödüyor. Çöpçatanlar hangi saatin daha uğurlu olduğunu araştırıp öyle evlendiriyor gençleri.

Gelinin annesi düğünden bir sene sonraya kadar kızının evini ziyaret edemez. Kız ancak onu ziyaret edebilir. Kız da erkek de iki ayrı düğün yemeği veriyor. Kızın ki daha görkemli olmak zorundadır. İki törende de içki parası kız ödüyor. Gazete ilanlarından nerde yaşadıklarını belirtiyorlar ve genelde aynı bölgeden olanlar evleniyor. Gelenekler göre yedi durumda boşanma söz konusu olabiliyor ve erkek karar veriyor. Kız erkeğin ailesine saygı göstermiyorsa, kadın başka erkeklerle oluyorsa, kadın kıskançsa, hırsızsa, çocuğu olmuyorsa, ölümcül hastalığı varsa, dedikoducuysa. Erkeğin ailesinde biri öldüyse ve kadın üç yıl yas tuttuysa erkek karısını boşayamıyor, evlendiklerinde kız zengin erkek fakirse sonra erkek zenginleşince boşanmak isterse izin verilmiyor. Ayrıca kadının ailesi yoksa da boşayamıyor.



Bir şehirde yaşayan herkes kayıt olmak zorunda. Başka bir şehre gitmek içinse izin alması gerekiyor. Şehirlerarası yolculuklarda kimlik kontrolü yapılıyor. Köylerden şehre gelenler, kaçak işçi olarak ucuza çalışıyorlar. Pekin’de çalışan biri emekli olunca başka bir yere taşınamıyor. Pekinliler, Pekin otellerinde kalamıyor. Facebook, youtube ve google yasak.

Gazete okuyabilmek için bir kişinin en azından 3000 karakter bilmesi gerekirken, okumuş kişiler 5000 civarında karakter biliyorlar. Çinliler tarihde bambulara ve kemiklere yazı yazmışlar. Efsaneye göre Çin medeniyetini kurucusu sayılan Sarı İmparatorun bakanı Cang Jie karda bir kuş ve hayvanın ayak izlerin görüp Çin alfabesini yaratmış.


Bambu ağacından kağıt yapılır ve bu kağıdın ağırlığına göre fiyatı da değişir çünkü kağıdın kalınlığı üstüne yazılan yazının çabuk kurumasını belirliyor. Bambu sepetler, masalar, sandalyeler ve hatta inşaatta iskele olarak kullanılıyor. Bambu güçlü olduğundan çelik yerine bambu iskeleler yapıyorlar.


1 Ocak 2013 Salı

Yeni Workshop

Merhabalar

2 senedir devam ettiğim kültürel farklılıklar workshop’umda bu  cumartesi (5 Ocak) konumuz eğlence anlayışları, festivaller.
 
  • Nepal'de 25 Kasımda festivalde 250binden fazla hayvanın kurban edildiğini,
  • Çin’de iyi güreş tutan çekirge fiyatının 10bin dolara kadar çıktığını,
  • Belçika’da her sene Şubat’da zamanında haçlı seferine katılmayı rededen Belçikalıların torunlarınca Türk yürüyüşü yapıldığını ve Türk kanı likörünün içildiğini,
  • Malezya'da TV'de süper imam yarışması yapıldığını,
 
Biliyor muydunuz?
 
Gelebilecek olanlar bildirebilirse salonu ona gore ayarlamaya çalışacağım.

Salon kirası geçen seneden bu seneye değişmedi, gene yediğiniz içtiginiz hariç 20 TL.
Saat: akşam 8:00
Mekan : Kafika, Fındıklı
 
 
Taksim Garanti bankasından inen Kazancı yokuşunda.  Fındıklıdan gelenler Akbank’ın yanından saptığınızda, yokuş 3 yol ayrımına geldiğinde (Sıraselviler, cihangir ve fındıklı) sağdaki yolda kalan portakal ışıklı yer. Web sitesinden de adresine bakabilirsiniz.
Dostcakalın